Internet gezgininiz JavaScript gibi kullanici tabanli scriptleri desteklemiyor ve/veya bu özelligi devredisi birakilmis. Sitemizi kullanabilmek için ayarlarinizi kontrol ediniz. Internet gezgininizi sitemizle uyumlu hale getirmek için Google Yardim sitesini kullanabilirsiniz.
 
KULLANICI GIRISI
E-posta:
Sifre:
 
 
SON KEHANET HIKAYESI
“Ölümden eski olan tek sey, bir ömür fark ile yasamin kendisidir.”
Nekromentias (Kehanetler kitabi)

GECE

Günes, kan rengine çalan eteklerinde; tüm isigini sürüklerken denizin öte tarafina, Atlantis bir daha aydinlanmamak üzere boguldu karanliga. Safaktan beri süren ve böylesi görülmeyen büyük savasa kondu, kanli elleriyle Belial ogullari’nin, nankör bir nokta, son veren ebedi sakinligine adanin. Sislerin tanriçasi ayni anda müjdeledi -dumandan sesiyle- Krosnanlilar'a zafer yolunu. Böylece Taishdarlilar'a son darbeyi vurmaya saatler kala, çiktilar gecenin askerleri birbir ortaya, galebe çalabilmek için bu ugursuz savasa ve yok edebilmek için isik kirintilarini, kendilerinden emin ve muzaffer bir yüzle ilerlediler tapinaga.

Tanik olanlar bilir, kanla beslenmis ve aciyla büyümüstü düsmanlik, barisa adanmis kiyilarda, ölüm gibi sinsi bir varlik, ruhla teni ayirir gibi ayirmisti bir nefeste, binyillardir huzura doymus bedenleri ve ayni annelerden doganlarda bile derin kökler salmisti, nefretin çiçekleri.

En yasli ormanlar, nasil tutusuverirse bir kivilcimin elinde; karanligin askerleri de ayni yakici kor misali düstüler, bir anda, cennetin merkezine. Asirlik seytanlar geldiler aceleyle, en büyük seytanlar harladilar atesi, rüzgari arkasina almis bir yangin gibi, ilerlediler Krosnanlilar barisçil topraklarda ve yikim, ve ölüm ve zulüm getirdiler bir gün içinde, umut topraklarina.

Ay sessizce aydinlatirken yollari, seytanin tohumlarina, ellerinden gelen ne varsa koymamislardi ardlarina, Taishdarlilar, ama mümkün müydü gücünü baristan alan bir halkin direnmesi savasa? Hüküm sürdükleri asirlik dinginlik, birkamisti yerini büyük korkulara ve umut çelik zirha degen bir ok gibi bin parça durmaktaydi önlerinde ve onlar, ölümü bekleyen tutsaklariydi kaderin, en nihayetinde.

Oysa, gece ilerlerken gölgelerin izinde, zaman galibiyeti degil, kiyameti çaliyordu Krosnalilara, duyulmamis dillerde. Çünkü kimseler bilmezdi, her seye kadir tanrilari saymazsak, büyük bir yemin etmisti Poseidon, yaratirken adayi,

“Cennetten bir toprak bahsediyorum irkima, bu yüce hediyesine karsilik kaderin, bana olan güvenini bosa çikarmadan. Neslim de benim gibi hizmetindedir Nemesis’in, çikamaz lafindan. Tanriçam da günes olsun da parlasin gökte, soyumuzu aydinlatan. Olur da bir gün halkim uzak kilarsa yolunu bu isiktan, yeminim odur, sadece karanlik olmayacak üzerlerine yagan.”

Zamanin kaybedemedigi iki sey vardir, biri kara lanetler, öteki dualardir. Bu yüzden de kadere karsi durup meydan okuyan ve cehenneme çeviren cennet adayi, güç alip en eski seytanlardan, gecenin askerleri kendi ölümlerine yürümekteydiler, bilmeden, adim adim, kiyameti çagiran sarkilar dillerinde. Poseidon’un laneti canlanmak üzereydi, kimsenin bilmedigi efsane üzerine. Oysa sular tanrisi çoktan vazgeçmisti, oglunu ne yaparsa yapsin affeden bir baba gibi, verecegi cezadan, Atlantisti onun çin önemli olan.

Farketmezdi kim sürmüs topragi, hangi bayrak dalgalanmis üstünde ve kimdir orada hükümdar olan, lakin, kader tanriçasinin laneti kendininkinden de beterdi, sözünde durmayanalara. O yüzden duyulmayan seslerle yardimci olmaya karar verdi isik irkina. Biliyordu, güçleri silinse de yeryüzünün üstünden, Taishdarlilardi gerçekte ait olan adaya. Isik yeniden dogarsa göklerinde, o zaman ne lanet hüküm sürecekti ne de kan ülkesinde. Böylece engin zihninde bir plan yapti ve çagirdi tek güvendigi tanriyi, Kronos’u, ölüm yolundan. Yeryüzünde tanrilar tanrisi ve tüm titanlarin babasi iken, yolunu yer altina indiren Nemesis’i pek sevmezdi zaten zaman tanrisi ve kosa kosa geldi katilmak için böyle bir oyuna, Nemesis’in olacagi kandirilan. Fisiltilardan da sessiz bulustular okyanuslarin orta yerinde, tanriçanin gözünün görmeyecegi yerde, çünkü kadere müdahaleydi bu yapacaklari, kurtarmak için Poseion’un destansi adasini. Olur da bir sekilde giderse kulagina, ve ögrenirse bu olan biteni, bilirlerdi, öyle bir karistitirdi ki Tanriça talihin iplerini, sonsuza dek çeker yine de bitiremezdi Poseidon lanetini.

Ve karar verir vermez planlarina, neredeyse kendilerinden gizli sokuldular isik irkinin tapinagindan içeri ve çarçabuk buluverdiler tanrisal gözleriyle aradiklari kisiyi. Poseidon’a ruhunu adamaktaydi, o esnada, ümitsizlik içindeki Taishdar kahini, kendi dökecegi göz yasina karsilik yasatmak için bir kez daha kendi soyuna, hak ettikleri kayip cenneti.

Böylece, baslatmak için oyununu Nemesis’e karsi oynanan, Kronos aldi avuçlarina kahini ve götürdü sadece kendi anahtari ile açilan, baska bir yoldan zamandan içeri, uzatmak için yardim elini ve kulagina fisildamak için yardimci olacak son kehaneti, sanki ters çevirirmisçesine kum saatini, bir anda, birakarak ardinda irkina yikimlar getiren büyük savasi, günü ve geceyi, bir önce dogan safagin avuçlarinda buldu kendini.


SON SAFAK

Gecenin askerleri, uykunun ellerindeyken daha, vurmadan topladiklari güçlerle Taishdarlilarin kalelerini ve köpüklere karistirmadan mevzilerini, gerçegin anilari, krosnanlilarda bir düs, bir dua bir umut iken henüz, ve konsey rahiplerinde bir görüntü iken gelecekten gelen, Miera’nin hafizasinda yasanmis bir aciyi, yasanmis bir aniyi uyandirdi dogan safak ve kahin hatirladi bugüne degin olanlari, olagan akisinda zamanin. Yasamin baslangicina dayanan köklerine bakarsak atalarinin, hiç de uzak olmayan bir geçmiste baslamisti oysa yükselisleri Krosnanlilarin. Gecenin karanliginda ilerlerken önceleri, Belial’in ogullari küçük adimlarla, düslerinin huzurundan etmislerdi önce Atlantislileri yarattiklari kaosla. Kara bir haber gibi, sesten de hizli ulasan daglarin ardina, öyle çabuk yayiliverdi güçleri bir çogunun yüreginde ve isik, yavas yavas azalir oldu adanin üzerinde. Kötülügün ellerini uzatamadigi yerlerde olanlar, Taishdar (isik irki) bayraginin altinda toplandilar, kendilerini kaçirarak. Oysa bunca zamandir, savas yüzü görmemis bir irk olarak, bilmiyorlardi, nasil cevap verilir kötülüge, nasil kirmizi akar nefretin kani ve nasil da acidir ölümün tadi. Bu yüzden krosnanlilar katliamlarin üzerinde yükselirken yeryüzünde, isigin ogullari çok asil kani döktü Styks’e.

Ileriyi gören gözleri onlara aciyi vaadediyordu, kehanetleri geçiyordu ölümden. Bu da yetmezmis gibi, neredeyse dibe vurmustu kehanet güçleri ve sisler tanriçasinin elleriyle daglanmisti gözleri. Belki ulasmamistir diye dualari Posedion’a, araliksiz yakariyorlardi tanrilarina. Çünkü biliyorlardi, yazardi efsaneler, umutlarin tükendigi anda inecekti Nekromentia (kehanetler kitabi) sular kralligina ve ates kristallerine gerek duymadan ve gerek duymadan daha fazla masum kanina serilecekti gelecek önlerine bir kitap ile.

Oysa Poseidon’un bagliydi elleri kaderin dügümüyle, tek bir agini degistirse geçmisin, laneti yagacakti adaya, hem kaderin, hem kendinin. Bu yüzden sessiz kaldi büyük Tanri, zamani gelene dek, bekledi gücünü efsanenin, ve denizin kiyisina birakip kahini, tarif etti detaylari ile ayini. Anlamasin diye Nemesis bir vakit degistirebilmislerdi sadece, bir geri dönüs yapabilmislerdi kum saatinde, kullanabilmek için bu firsati en iyi sekilde ve yakalanmamak için kendi elleriyle, kayboldu,zaten gözükmeyen ölümlülere, Kronos aydinlanan sularda ve kahin atti zarlari kader yolunda.

Ay fisildamasin diye yaptiklarini sürülmüslere, yüzünü kaybettigi an basladi Miera . Gökle birlesmisçesine kizila boyanmakta olan sulara fisildiyordu, ancak kendisinin duyabilecegi bir sesle:

“Adoris haran, liemu tera kaldran”

Her kelimesi okyanusu çildirtan bu duayi, defalarca tekrarliyordu Miera, seherin ellerinde ve kahin, aldigi nefesmisçesine durmadan soluyordu sözcükleri hava yerine.

“Adoris haran, liemu tera kaldran”

Rüzgara karsi duran bir agaç gibi, ölüme sesleniyordu, köklerine tutunarak ve kucaklamaya hazir biçimde sonsuz karanligi, sadece ve sadece çagrisina bir yanit bulmayi umarak. Deniz bu meydan okuyusa sessiz kalmadi, onu, beyaz köpüklerinin arasina alarak, sudan yapilmis bir elmis gibi içinde bir yolculuga çikardi, ölümün kapisini asindirarak. Ve ardinda iz birakmadan kayboldu kahin, Taishdarlilarin umudunu da yanina katarak.


SON SABAH

Isik irki, uyanir uyanmaz toplandi tapinakta ve tedbir alabilmek için tararlarken geçmisi ve her yerini adanin, bugulu gözleri ile, sislerin arasindan gördüler ayini. Sadece bir dua oldugunu sandilar önce, tarnilara yakilmis son bir agit, çünkü artik uzagi görmese de gözleri, biliyorlardi krosnanlilarin bugün gelecegini. Fakat en sonunda, okyanusun içine çekilince miera, ve batan gemiler gibi iz birakmadan kaybolunca, aciyla anladilar ki, ümit etmenin bile sonu ölüme varmakta ve o an biraktilar tüm inançlarini ve beklemeye basladilar gecenin tohumlarini. Oysa efsane iste o anda gerçeklesti, son umudun kayboldugu anda, tapinaktan içeri girdi Miera, su rengi bir kristale tutunarak ve ölümü geçip kaderine inanarak.

Kimseler sormadi, ne yapti bunca zaman, ne gördü, ne getirdi Hades Kralligi’ndan ve nasil gelebildi, dönülmeyen diyardan. Çünkü kader yazmisti çok eski anitlara,

“Sonu ölümle biten yasamin, kördür gözleri, geçmise ve gelecege, ancak bugünü görür, oysa gönüllü cehennemin ardindadir cennetin kapisi, ve oraya gitmeyen bulamaz açacak anahtari. Çünkü cehennemi görmeyen dayanamaz, gelecegin agirligina ve geçmisin altinda ezilir, cehennemi gören ancak, bunu hafife alabilir”.

Ölümün kapisindan saliverildiginde Atlantis’in kucagina kahin, tüm Taishdarlilar biliyorlardi, zamanin aynasiydi artik Miera.

Kendine geldiginde, hiç konusmadan yürüdü kahin, sadece konseyin bildigi geçitlerden geçerek ve geldi konsey üyelerinin en dipteki odaya saklamis olduklari, onu ölümden yasama tasiyan kristalin yanina. Ebedi uykusuna yatmis birini uyandirir veya ilham perilerini yanina çagirir gibi sadece büyük tanrilarin bildigi sözcükleri onlar duymadan kullanir gibi sessiz, ama basina geleceklere razi biçimde “ Merill- sirrini azad et” dedi kahin. Ve birden, Miera dinlenirken, konseyin kristalin içindeki kitaba ulasmak için binbir çaba sarfedip, üzerinde küçücük bir çizgi bile yapmayi basaramadiklari kristal, 100 parçaya ayiriliverdi, gayet sakin. Böylece kehanetler kitabi “Nekromentias” serbest kaldi, ve serbest kaldi isik irkinin umutlari gelecege dair, ulasmak için Poseidon’a!


SON ÖGLE

Zaman, okyanusa kavusan sular gibi geri dönmeyen ve durdurulamaz bir hizla ilerlerken boslukta, karanlikla yüzlesiyordu isik irki, gelecege yolculugunda. Kahin, kenara birakmisti Taishdarlilara sislerin ardinda gelecegi gösteren mekkalleri (*), önünde açik olan kitaptan satir satir okumaktaydi artik gelecegi. Krosnanlilarin savas plani islenmisti sayfalara, ne geçerse zihinlerinden beliriveriyordu su renginde, ne düsününürlerse liderleri tek tek buradaydi iste. Miera, yazilan her kelimeyi dikkatlice okurken, kader nehri tersine akamaya baslamisti, zamanin bir yerinde. Gecenin askerleri, günesin isiginda kaybolan karanlik gibi, sonsuza karisarak yok olmaktaydilar bu ögle vakti. Kahin ayni günü yasarken bambaska bir biçimde, zafer, bir oyuncak gibi yer degistiriyordu iki çocugun elinde. Kahinin anilarinda yer alan tüm kayiplar siliniveriyordu, hiç olmamislar gibi yeryüzünde. Isik irki ikinci kez okunan bir kitap gibi, biliyorlardi nereden geliyorlardi krosnanlilar ve neydi hedefleri, oraya koyuyorlardi tüm askerlerini, ve biliyorlardi neredeydi zayifliklari ve neydi en büyük korkulari, oradan avliyorlardi gecenin askerlerini. Nekromentia’nin elinden Kahin’in diline dökülen sözcüklerle, büyük savas dönüyordu tam tersi yöne. Zamanin perdesi kalktikça, sayfalar yuvarlandilar ardi ardina, ögle günesi sönmeye yüz tuttugunda son sayfalara yaklasmisti Miera. Bu sirada, Krosnanlilar, basladilar adimlarini geri atmaya, aksam çökmeye baslarken sessiz sedasiz, karisti gölgeleri günesin ulasmadigi yerlere ve kaçistilar zamanin sonsuzluguna. Bu kez Taishdarlilar olmustu sevinen taraf, ve önüne umutla seren gelecegi.

Birden isiktan kamasan gözler gibi çeviriverdiginde kahin yüzünü öte yana, yeniden vahseti gördü mekkalerin sisli aynasinda. Çöküsünü isik irkinin ve zafer tacini Krosnanlilarin. Oysa galibiyet, kanatsiz bir kus gibi ellerindeydi iste . Fakat yalan nedir bilmezdi ates taslari, sislerin ardinda da osa, hep dogruyu yansitmislardi . Saskinliktan kala kaldigi anda ve hapsolmusken gücü bu büyük paradoksla, yeni bir yazi gösterdi kahine, Nekromentia:

“En keskin gözler bile göremez ölümü, kör noktadan vurdugunda”

Ve anladi o anda Miera, tüm kehanet gücünü. Kader tanriçasi, elinin degdigi yerde, oynuyordu mutlaka kozunu, Taishdarlilar zamanin aydinlik yüzü ise krosnanlilar da karanligin elleriydiler ve esit degerliydiler, kader terazisinde. Bir yolu kapasan ötekinden bulur yolunu, olacagina varir olacak, bir sekilde getirir sonunu. Eger kehanetler kitabi ise Nekromentia, mutlaka yazilmisti kaderin eliyle ve elbet vurulmazdi hiçbir tanri, kendi kalemiyle. Bunca zamandir zafer sandiklari bir resimden baska neydi? Onu gören gözler unutmustu sisler içinde bile olsa dogruyu gösteren mekkaleri ve bu sadece geri çekilen krosnanlilara yaradi, farkettiler isik irkinin tek silahini kehanet gücünü. Zaten bundan baska da neleri vardi ? Daha da hirslandilar ve bilendiler kinle. Böylece dört bir koldan saldirdilar bir anda, düsüncelerinden bile hizli, intikam tanriçalarina sunarak kurbanlarini. Yilan dilli Nekromentia kandirinca onlari ve kazandiklari zaferler, deniz kenarindaki kumlar gibi yenilince dalgalara, Taishdarlilar bir anda düstüler Hades’in karanlik çukurlarina, anlarken karsi koymak zordur kadere, düsmeden oyununa.

Fakat yitirmedi Miera umudunu, çünkü ölüme seyahati sirasinda almisti dersini, kimse bilemez, kader bize ne getirir, gerçek hayrin yolu belki de serdedir.

Böylece bir kez daha aldi eline kitabi ve bir kez daha sundu ruhunu tanrilara, kaybetmeye hazir oldugunda Hadesteki kutsal yerini, zamanin sonsuzlugunda, sundu ona Nekromentia, esas gizemin adini.

Krosnanlilar ilerlemeye basladilar büyük bir hizla, suskunluga gömülünce kehanetler kitabi ve kalin sislerle kapatilinca ates taslari Nemesis’in elleriyle, iyice pusulasiz kaliverdi isik irki, çünkü sadece karsi koymakti savastan anladiklari. Aldiklari zaferler bir bir yok oldu, büyüyle yapilmis bir resim gibi ve geri çekilmeye basladilar Krosnanlilar yikim getirirken adaya ve son verirken büyük savasa, kanla, kinle, nefretle.


SON AKSAM

Denizler tanrisi, izlerken uzaktan uzaga Atlantis’in basina gelenleri, beklemisti kader tanriçasinin oyununu oynayip geri çekilmesini, nekromentiayi kullanmak imkansizdi ondan gizli, ve getirmeden felaketi, o yüzden bu aldatmacayi oynamasina izin vermisti tanriçanin, çünkü bilirdi Posidon, en güvendigin yeridir en ince yani, kusandigin zirhin, bu yüzden de Nemsis’i zafer kazandi sandigi anda yeniyordu iste, kendi elleri ile, o farkina varmaksizin. Gözünü ayirip isik irkindan, zaferle krosnanlilara çevirdiginde tanriça yüzünü, yardim etmek için onlara, Nemesis’ten gizli yazmaya basladi Poseidon, kitabin içine sudan harfleri, kader tanriçasi lanetli nekromentiayi okuyor ve bir seyler bulmaya çirpiniyor sanirken kahini, sular tanrisi, mieradan baska kimsenin görmeyecegi sözcüklerle müjdeliyordu kurtulusun yolunu.

“Ölümden eski olan tek sey, bir ömür fark ile yasamin kendisidir” cümlesi belirdi son sayfada Poseidon’un su rengi kalemiyle ve anladi Miera, önce yasamak lazim ölüme hazirlanmadan, gelecege yanmamak lazim aciyi tatmadan ve kucaklamamak gerek mutlulugu o seni kucaklamadan. Kader yolunu nereye baglarsa baglasin, sen kendini teslim etmezsen ellerine ve dolamazsan aglarini gelecegine, dokunursun ölüm tarilarindan önce, yasam tanrilarinin ellerine, süphesiz ki daha tecrübelidir onlar, bir ömür fark ile. Ve sunarlar sana, gerçek yasamin adini, yolun ölümden geçse bile.

Böylece, anladi Miera yapilacak hileyi ve kosarak vurdu yola ana tapinaga dogru . Emir vererek komutanlarina, toplatti önce tüm mekkalleri, bunlar olmayacak dedi yolunuzu aydinlatan, sizin isiginiz umudunuz olsun, ve toplayabildikleri tüm orduyla, adada isik irkina ait kim varsa, krosanalilara karsi savasmak amaciyla bulusmak için emir verdi askerlerine, bir sonraki safaktan önce.

Günes, kan rengine çalan eteklerinde; tüm isigini sürüklerken denizin öte tarafina, Atlantis bir daha aydinlanmamak üzere boguldu karanliga. Safaktan beri süren ve böylesi görülmeyen büyük savasa kondu, kanli elleriyle Belial ogullari’nin, nankör bir nokta, son veren ebedi sakinligine adanin. Sislerin tanriçasi ayni anda müjdeledi- dumandan sesiyle -Krosnanlilara zafer yolunu. Böylece Taishdarlilara son darbeyi vurmaya saatler kala, çiktilar gecenin askerleri birbir ortaya, galebe çalabilmek için bu ugursuz savasa ve yok edebilmek için isik kirintilarini, kendilerinden emin ve muzaffer bir yüzle ilerlediler tapinaga.

Tanik olanlar bilir, kanla beslenmis ve aciyla büyümüstü düsmanlik, barisa adanmis kiyilarda, ölüm gibi sinsi bir varlik, ruhla teni ayirir gibi ayirmisti bir nefeste, binyillardir huzura doymus bedenleri ve ayni annelerden doganlarda bile derin kökler salmisti, nefretin çiçekleri.

En yasli ormanlar, nasil tutusuverirse bir kivilcimin elinde; karanligin askerleri de ayni yakici kor misali düstüler, bir anda, cennetin merkezine. Asirlik seytanlar geldiler aceleyle, en büyük seytanlar harladilar atesi, rüzgari arkasina almis bir yangin gibi, ilerlediler Krosnanlilar barisçil topraklarda ve yikim, ve ölüm ve zulüm getirdiler bir gün içinde, umut topraklarina.

Ay sessizce aydinlatirken yollari, seytanin tohumlarina, ellerinden gelen ne varsa koymamislardi ardlarina, Taishdarlilar, ama mümkün müydü gücünü baristan alan bir halkin direnmesi savasa? Hüküm sürdükleri asirlik dinginlik, birkamisti yerini büyük korkulara ve umut çelik zirha degen bir ok gibi bin parça durmaktaydi önlerinde ve onlar, ölümü bekleyen tutsaklariydi kaderin, en nihayetinde.


GECE

“Büyük savasin getirdigi yikimlarin ardindan kader yolunu dinginlige çevirdiginde, dünya üç tanrinin önüne serildi. Zeus, hirsla kapti yeryüzünü, Hades çabucak kucakladi ölümü. Ortada kalan son parça ise Poseidon'a birakildi. O güne degin ne tanrilarin ne ölümlülerin elini sürmedigi tek yer düstü payina: Sularin kralligi.

Fakat bu paylasimda en bahtsiz görülendi gerçekte, talihin göz kirptigi, bu razi olusu ödüllendirmek için kader tanriçasi, bir kurnazlik düsündü; seytani altetmek için daha büyük bir seytan gerekir, cennete ulasmak için cehennemin külü, bu yüzden kullandi tanriça son kehanet gücünü, yeryüzünden güzelligi çaldi, yeraltindan sonsuzlugu, böylece herkesin imrendigi tek seyi yaratti Nemesis, okyanuslarin ortasinda kuruldu düsler ülkesi Atlantis..."

Kentin merkezinde duran devasa heykelin üzerine kazili bu efsaneyi hüzünle okudu kahin. Binlerce yil boyunca cennetin diger adi olarak anilan sehrinde, karanligin askerleri hükmü ele geçirmeden önceki son günes az sonra dogmak üzereydi. Isigin Ogullari'nin direnme güçleri kirilmis, savasa barisla karsilik vermeye çalismak ancak yikimla sonuçlanmisti, Atlantis'te umudun kaybetmesi için geri sayim baslamisti. O anda günün ilk isiklari tabletin üzerine vurdu, gecenin gölgeleri tamamen kaybolmadan Kahin'in görevine baslamasi gerekiyordu. Göz ucuyla sehrine son bir kez bakip derin bir nefesle birlikte, unutulmus bir dilin sihirli sözlerini savurdu.

Yeniden nefes aldiginda her dolunayda geçtigi esigi ardinda birakmis, zamanda yolculuga hazirdi. Isigin Ogullari'nin Belial'in tohumlarindan tek üstünlükleri gelecegi görme güçleriydi ve uzun bir süredir su küresinin içinde karanligin zaferlerinden baska bir görüntü olusmuyordu. Yüzyillardir, kendi ölümlerini göre göre yasam için umut ediyorlardi. Fakat bu defa sislerin ardinda, bambaska bir görüntü canlandiginda kahin, umut etmekten fazlasina çabaliyordu:

Miera tapinaga girdiginde ve merkezine geldiginde adanin, tanrilarin dilinde, arka kapi dedigi yoldan, düslerinden yaklasti kahine Poseidon, olmayan yerden. Kabus görmekten bikanlarin ve ölüme yaklasmis olanlarin nefretiyle uzaklasmisken uykudan, aylardir, ona en fazla ihtiyaç duyulan anda, deliksiz bir uykuya daldi kahin Poseidon’un elinde. Böylece olmayan br gelecekte yasayacakti Kahin kalan ömrünü, sirf o güne dönebilmek için zamanin kirildigi yerden ve hazir olabilmek için, dokunmadan ona kader elleriyle.

Atlantisin karanliga sürüklenirken, zamanin durdugu anda, atlantis için yeni bir gelecek baslamaktaydi kaderden uzakta.

Kahin çagirdi tüm ülkelerinden Atlantis’in 100 yolcu, on ayri irkindan, bunca yildir baris içinde yasayan ve elleri üstünde tutan topraklarini. Zamanin baska bir yola saptigi anda, baslamak için varolmayana. Yüzlesmek için karanlikla ve savasarak yogrulacak olan, aciyla. Ölüme meydan okuyacak ve ruhunu verecek elleriyle. 100 yolcu da kabul ettiler bu daveti onur ile.

Posidon su rengine bezeyerek aldi onlari okyanusa, yok ederek, hiç ederek Nemesis’in gözlerinden ve kaçirararak anilarindan sevdiklerinin, aramasinlar diye onlari, yaslarini tutmasinlar ve dikkatini çekmesinler diye tanriçanin, yeniden doguyorlarmis gibi hiç ölmeden. Ve birakti onlari Kronos’un saheseri, var olmayan ülkeye. Kaybetmesinler diye yönlerini zaman kuyusunda, sahip olduklari tüm ates taslarini verdi onlara, aydinlatsin, ömür sunsun ve hayat katsin diye yasamlarina.

Böylece basladi büyük yolculuk, kayip bir zamanda, kendini aydinliga adamis yüz sürgün, yüz kahraman, yüz kaçakla, geri dönmek için kaybolan en gerekli anda, geri dönmek ve atesi söndürmek için berrak bir suyla.

Olmayan gelecek netlestiginde, Atlantis'in 10 ülkesinden gelen 100 yolcu, bilinmeyen bir cografyada çiktilar yola. Herbiri, rengi olmayan bir kapidan farkli bir boyuta geçer gibi, bir andan daha küçük bir sürede uzun mesafeler biraktilar arkalarinda. Ellerinde tuttuklari ates kristallerinin güçlü isigi altinda Kahin, geride kalanin sadece uzaklar degil, günler, geceler, mevsimler oldugunu gördü. Sanki durmus bir vaktin ince çizgisinde ilerliyorlar, zaman yanlarindan akiyordu.

Ates kristallerinin rengi kan kirmizisina çalinca hepsi ayni anda, birbirlerine esit uzaklikta durdu. Ellerindekini topraga gömdüklerinde kendilerine söylenen üzere, biliyorlardi ki, ates çok az bir süre yanardi topraktaki havayla. Suyun içinde tutulmus bir nefes gibi, geriye akmaya baslamisti zaman. Ölüme dogru bir yolculuk yapmaktaydilar, geriye bakmadan. Nefesleri sona erdiginde öyle güçlü olmalilardi ki, kahinin deyisiyle, hava bile korkmaliydi onlardan da serilmeliydi önlerine. Bunun için ya dostlarinin cani pahasina topraklarini genisletecek, ya da ates kristallerinin rengi solmasin diye onlari kanla besleyeceklerdi. Toprak sinirliydi, nefes sinirli, zaman kisitli. Hayatta kalmanin bir yolu bulunmaliydi. "Yeni bir ses ancak bir digeri susturulunca duyulabilir." dedi Kahin yavasça ve bu cümle her yolcunun kulaginda çinladi. Anladilar kendilerine yapilan sinavi. Basladilar görmeye krosnanlilarin gözünden ve anlamaya basladilar seytan tohumlarini. Nasil ki onlar kardes kani dökmüstüler yükselmek için, nasil ki lanet sunmuslardi, onlara sevgi duyanlara bile. Ilk önce ögrenmeliydiler onlar gibi hissetmeyi, karsi durabimek için onlara, çünkü en yikici silahlarin veya en can alici büyülerin yikmadigi kalelerin bile, yenilmez görünen ve asilmayacak duvarlarla çevrili, bir zayif noktalari vardir, ansizin, bilinmeyen biri, açiverirse en gizli kapilari, siziverir topraklarina düsmanin eli. Bu yüzden yasamaliydilar onlar gibi, hükmederek, fethederek, zafere baglayarak hayatlarini, dostlarinin bedenleri üstünde yükselerek tecrübe edindiler gecenin kararttigi yerlerde dolasmayi.

Kan döktüler topraklara, nefret ektiler elleriyle. Ve ögrendiler tutmasini kilici, canlarinin üstünde. Ates taslari, beslenirken ölenlerin bedenleri ile, kalanlar devam ettiler yürümeye. En sonunda, Hades’in üstüne basip geçenler, kaymayanlar ayagi bu yumusak zeminde, günesin batisi gibi vakti gelince, sönüverdi ates taslari birden bire, ve yeterince güclü olanlar, ayni amaç ugruna bas koyan 100 yolcudan sag kalanlar; kanla, aciyla ve hirsla, ama herbiri digerinin üstünde yükselerek, adim attilar yeni bir zamana...

Kahin, bu defa masmavi bir gökyüzü gördü düslerinin sislerinde, buraya gelmeyi basaranlar sevinçle ayaga kalktilar, sarilmisti yaralari ve yeni dogmus bir çocuk gibi kokmaktaydi topraklari. Bir süre hiçbir engelle karsilamadan nefes kattilar hayatlarina, cehennem geçerek ulasilan cennet gibi, huzurla yeserdiler. Kendilerine sunulan bu armagani hakettiklerini düsündükleri esnada, birden gökten kirmizi bir yagmur yagmaya basladi ve karardi hava, ne oldugunu anlamadan geçen çagin basinda, kendilerine yoldas olup ölümün nefesiyle tanisanlar, elleri ile koyduklari mezera, simdi büyük bir öfke ile düsman olmuslardi onlara. “Bu geçmisi kendiniz yarattiniz” dedi kahin soru isaretleri ile dolu yolculara, “kendi yüreginizden çikan lanet pesinizi birakincaya dek hayaletlerinizle savasmalisiniz, onlari bu dünyadan koparip yollamalisiniz digerine, ancak o zaman silinir onlar, ancak o zaman yok edilir son ruhlar, ancak o zaman ayaklarinizin altinda çignedikleriniz sizi bulunduklari yere çekmeden gidersiniz gelecege.“

Sessiz bir çiglik gibi duyulan bu ses ile eski zamanda ölümü tadanlarin Styx’in karsi kiyisina yollanma vakitleri geldi. Onlara yenilerini eklemek de bu yolcularin baslica göreviydi. Her yeni öteki diyar yolcusu, kendi cennetlerine açilan bir kapi seklindeydi, her yollanan, geride yolcularin en çok ihtiyaci olanlari birakmaktaydi: daha fazla nefes, daha fazla toprak ve daha fazla su.

Anladilar, vicdan ne ifade etmekteydi gecenin askerlerine, suskun mezarlardan medet uman yürekleri tanidirlar. Esir olmaktansa ölüme, kendileri vurmalilardi onu zincire. Acimadan, korkmadan uyuyabilmelilerdi deliksiz, çivili bir yatak misali serilmis geçmislerinde. Ruhlarinin üstünde aldiklari canlarin, ve yok ederek düne ait ne varsa, ne bagliyorsa onlari derin topraklara. Ögrendiler, emmeyi ölümün nefesini, düsünmeden bakmayi gelecege ve kesmeyi ayaklarina dolanan vicdanin kör sesini. Mubah oldugunu savasta her seyin ve söküp atmayi yürekten anilari, yasananlari ve kaderi.

Böylece ilk çagdan sag çikanlar olmayan gelecekte, topraklarini suya, kendilerini huzura bogmak için adimlarini genislettiler, önlerine çikanlari bir bir topraga düsürdüler, önlerinde durmayanlarin, lanetlerini bitirdiler. Her akan zaman tanesi yeni yollarla birlikte yeni bir tecrübe hediye etti sürülmüslere.

Tüm intikam dolu ruhlar gönderilince mezarlarina, ve azad edilince yolcular yasamdan, duygudan, bagdan ve iyi olan ne varsa yüreklerinde, ayri yere koyunca önlerindeki yoldan, en ufak bir engel yasatiyorsa, kaldirip attiktan sonra zamanin bilinmeyen yerine, en degerli seyleri olsa bile varliklarinin, atladilar bir çag daha, ve üçüncü asamasina geçtiler sinavin.

Yorgun bir rüyanin ardindan uyanmis gibi, gözlerini açtiklarinda herbiri, karanlik bir gecede duruyordu. Göz alabildigine saglam surlar uzaniyordu yanlarinda, görebildikleri ne varsa yabanciydi onlara. Bir geçit aradilar, çikmak için, duymak için tanidik bir ses, ve hissetmek için asina bir nefes. Oysa tek bir kapisi bile yoktu surlarin. Kendilerine ait köleler verilmisti, sehirlerini daha zengin, daha ferah, daha güçlü kilmak için ihtiyaçlari olan her sey serilmisti ayaklarina. Fakat, herkes birbirine yabanciydi, herkes birbirinden uzakta. Birden farkettiler, bu degil miydi Krosnanlilarin düsleri? Kapisi olmayan kaleler dikip, daha güçlü kilmak adina, birbirine yabancilastirmak herkesi. Kimse adim atamadan digerinin ülkesine, yan yana ama göremeden duvarin öte yanini, tamamlamak hayat denen uzun yolu, hayatin kendisinden bihaber, dünya yikilsa öteki yanda, ne gam, ne tasa, ne keder.

Hiç düsünmeden, ne olacagini, yikilan kendileri oldugunda. Anladilar zaferini Krosnanlilarin, anladilar esas gayesini, kendi savaslarinin. Sadece direnmek degildi kendilerine düsen, toprak degildi, hava degil, su degildi savunduklari, kültürleriydi, özleriydi, bilgileriydi, zamanin ardindan kalandi, atalarinin mirasi.

Ögrendiler, sadece bilek kazanmaz bir savasi, bilmek gerek isin sanatini, beyin kazanmaz bir basina, birakamazsan duygularini, tastan bir beden kazanmaz, gecene yildiz yapmalisin gerekirse, kör ettigin gözleri, ve ögrendiler bunlarin hiçbiri de bir ise yaramaz, içinde yürek tasimazsan. Bilmezsen ne için savastigini, korktugun ancak ölümün olur, göremezsen cehennemi, yasarken, hayatin ardindaki, kaybettigin cennet olur.

Yürüdüler yolcular duvarlarin yaninda, bilgilerine bilgi katarak bir yandan, zenginlikleri, refahlari ve kuvvetleri artarken, azalan sadece zamandi, gecenin koyu gölgeleri yavas yavas aydinlanmaya basladiginda, vakitlerinin dolacagini biliyorlardi, henüz ay isigi parildarken düsündüler, isin esasi, bu zamani en dogru biçimde kullanmaktaydi. Bir çikis yolu bulmaliydilar, meydan okumak için büyük kalelere, ve kavusabilmek için yeniden, kaybettikleri geçmise.

Yol gösterdi yine Kahin, fisildayan sesiyle, “yeni yolculuklara çikmak gerek” dedi, “zamanin bu yerinde. Ne için savasacaksan onun için hazirlan, ister güçlü ol bir kaya gibi, kimse dokunamasin sana çiplak eliyle, ister rüzgar ol, ez geç daglari, birakma tas tas üstünde, ister su ol, görünmeden siz en gizli yerlere, ister kristal ol, gücünü al büyülerden, istersen bir gezgin ol, zenginlik bul gömülerden. Kader nereye koysun istersen seni, bu kiyamet savasta, ilerle hiç durmadan, yollar as bu ugurda. Birak nasil duracaksan yiginlarin önünde, öyle sekillendirsin seni okyanus, benzersiz elleriyle.

Seçim tamamen onlara aitti; biliyorlardi, bu defa basari sadece yeni toprak demek degildi, bu zamandan kendilerine katacaklari, geçmisteki yollarini çizecekti. “Zaman doldugunda Araf’in kapisi kapanacak” diye fisildadi Kahin “ve sizler yolculugunuzun basina döneceksiniz, hayatinizin sonunu cennete de döndürebilirsiniz, cehenneme de, bunu seçimlerinizle sadece siz belirleyeceksiniz.“

Ileriye akan zaman yavaslarken, her bir yolcu, kalesinin içinde kendine nefes alacak yeni bir kale kusatarak, zayiflari yokedip güçlenerek, büyüyerek, ögrenerek, kendine kahin tarafindan verilen görevleri birakip ardinda, büyük savasta alacagi rolü seçti. Gün isimaya basladiginda karanligin askerlerine karsi savasmak için yola çikan 100 yolcudan sinavi geçenler, belirdiler yok olduklari esikte birer birer.


GECE
(zamanin kirildigi yerden devam)

Kahin, herbir yolcuyu gururla karsiladi, yolculari asil sasirtan kahin degil, arkada duran kalabalikti. Kahin, gitmeden önce günes dogdugunda savasmak üzere tüm isigin ogullarini esigin kapisina toplamisti . Simdiye kadar huzurla, barisla ve sevgiyle büyütülmüs olan bu halk, elbette savas nedir habersizdi, bu yüzden Belial’in askerleri karsisinda tek güçleri, yikilmayi bilmeyen umutlariydi; fakat, Nemesis’in son kehanetinde dedigi gibi seytani altetmek için daha büyük bir seytan gerekir, o yüzden de kahin; savasmayi, gerektiginde beraber yola çiktiklarini öldürmeyi, öldürdügü için pismalik duymamayi, lanete meydan okumayi ve seçimlerinin bedellerini ödemeyi bilen bir kahramanlar ordusu yaratti ve her birinin emrine Isigin ogullarindan bir bölük verdi, onlari o ana kadar görmedikleri üstün silahlarla donatti ve savasa hazirladi. Günes sularin ardindan iyice yüzünü göstermeye basladiginda saskin bakislar arasinda herbirine bir kez daha bakip sözlerini söyle bitirip, ortadan kayboldu “Bundan sonra herbiriniz yalnizsiniz, tipki benim gibi. Son kehaneti gerçeklestirebilmek için gecenin kendisinden de karanlik olmaliydik, ben bunun için ruhumu sattim, cehennemde yürümek için seytanlarla, ögrenmek için kötülügün özünü, korkmamak için ondan karsimiza çiktiginda. Birazdan günes dogunca yok olacak her parçam, ne varsa bana ait, silinecek dünyamdan, onlara ait bir ruh gibi dikilecegim karsinizda, güç alacagim kalbimde yarattigim kötülükten, büyük meydanda size karsi savasacagim, öldürdügünüz her parçam size güç verecek, öldüremedikleriniz sizi çürütecek, siz de durmayin, yikin içimdeki seytani ve yikin beni de, yikin zamani, ölürse içimdeki kor ates, kurtulursa baglarim karanliktan, belki sularim o zaman yeniden topragimi.

Bu savasin galibi tek bölük olmali, tek isik yanmali geride, zaman sona ermeden önce, karanligin askerlerini takip pesime göndermelisiniz beni Hades’in inine. Ve karanligi öldürerek tüketmelisiniz içinizdeki nefreti, ayaklarinizdaki laneti, ve silinmeli savasin izleri, bir daha gerçeklestirmeli son kehaneti Nemesis, karanligin ogullarindan alip meydan okumayi, kaderin elinden alip zaferi, kurulmali yeniden cehennemin küllerinin üstünde, cennetin ülkesi...

Kaybolurken isiltisi kahinin, günes parladiginda, geri dönen sürgünler açtilar zihinlerini yoldaslarina. Bir ayna gibi gözlerine yansiyan, gördüler, tattilar ve paylastilar Taishdarlilar, lanetli kaderlerini önderlerinin. Ve bir anda, zamanin içinden bir ordu dogdu, büyümüs ve yesermis olan, var olmamis yollarda. Kadere dokunmadan, oynayarak kaderle, bezedi yollarini sular tanrisi, görülmemis bir ümitle.

Nefrete karsi nefretle savastilar, kine karsi kinle. Kimse merhamet etmedi, ellerine düsene. Ne bir tas kaldi dokunulmadik, ne bir toprak parçasi, kan dökülmeyen üstüne. Rüzgarla suyun savasi sanki, yenilmek bilmeyen birbirine. Böyle bir savas görülmedi yeryüzünde. Btmeyen masallar gibi akip durdu zamanin içinde. Günler birakti yerini gecelere, geceler, bikti da günlere verdi tahtini, seyre doymayan tanrilar, birer birer çektiler ayaklarini, zaman bile unuttu savasin baslangicini. Iste o vakit, kazanmaya basladilar isigin askerleri, söylemisti çünkü kahin gitmeden önce, siz yüreginizle savasin demisti, saklamayi unutmayin onu içinizde, çünkü krosnanlilari güçlü kilan nefrettir, fakat en yakici ates bile sogur zamanla. Oysa isik hiçbir zaman azalmaz, siz mahkum etmezseniz onu karanliga. Böylece yürüdüler Taishdarlilar, amacini unutup, sadece kin bileyenler üzerine. Tek bir nefret kirintisi kalmayana degin gönderdiler onlari birbir, Hades’in ellerine. Yok ettiler büyük seytanlari, ve doldurdular cehennemi lesleri ile.

Zaferin önünde tek bir sey vardi, o da öldürmeye kiyamadiklari Miera’ydi. Kahinleri, hiç görmemis gibi irkini daha önce, düsmanlarindan beter savasmaktaydi onlara karsi. Tek basina kalmis olsa da, vazgeçmeden, sürdürüyordu biten savasi. Kimsenin eli varmasa da, onu yok etmeye, dayanacak güçleri kalmamisti bu direnise. Konsey toplandiginda tapinagin içinde, kimse cesaret edemezken olmasi gerekeni söylemeye, nekromentianin son sayfasi açildi birden bire. Ve Poseidon’un dilinden, sudan harflerle bezenmis son kehanet dolasti bakislarda görünmeyen harflerle. “ Ölümden eski olan tek sey, bir ömür fark ile yasamin kendisidir.” Miera’ya gelen son ahit, baska bir yol daha açti kendilerine. Ölümün gerisine giden yerde bulmustu kahin, anin gelecegini. Öylese azad etmelilerdi onu yeniden yasatmak için ölümün baglarindan ve bunun için tek yol belliydi ve onlar da düsünmeden vazgeçtiler, adalarindan.

Lanetleri biraktilar arkalarinda, biraktilar yüreklerine ektikleri nefreti, biraktilar aciyi topraklarinda. Kronos’un açtigi kapidan giderek olmayan diyarlara, biraktilar ülkelerini Posedon’un gazabina. Yok oldu dökülen onca kan, yok oldu izleri büyük savasin, ve yok oldu kahinin içindeki seytan. Azad edilmis ruhunu katip önlerine, beraber yürüdüler kaderin ellerinde. Bazilari tufan dedi buna, kiyamet dedi, yasamin bitisi dedi, eski bir çagda. Oysa isik irki yasiyor belki, tasiyarak kehanetleri gizemleriyle, cennetin tam ortasinda, bambaska bir zamanda.
SON KEHANET
 
 
Tüm haklari © Son Kehanet ekibine aittir.